30 Ekim 2020 Cuma

YILKI ATI ÜZERİNE

 


Yılkı Atı, daha ilk satırlarından okurunu bağlayan, farklı bir kurmaca dünyasına girdiğini düşündürten bir kitap. Yerel ağzın oyunlarıyla buyur edildiğiniz köy atmosferi yazıklamalar ve lanetlemelerle sizi önce çarpıyor. Sonra edilen bedduaların bile edebî bir estetikle yapıldığını gördükçe bu negatif dil sizi gülümsetiveriyor.

Kitaba ismini veren yılkı terimi, başıboş bırakılmış at anlamında. Doru Kısrak senelerce hizmet ettiği, şampiyonluklar kazandırdığı sahibi tarafından artık kuvvetsizleşti diye ovaya salınır. Bu şekilde başlayan hikâye Doru Kısrak’ın dahil olduğu atlar cemaatinin neler hissettiğine odaklanır eserin sonuna kadar. Asi ve özgür bir son, yazarın karakterinden aldığı bir intikam gibidir adeta. Üssünoğlu İbrahim hem Doru Kısrak hem onun yavrusu al taydan çok ekmek yemiştir. Ama Doru Kısrak’ı yılkıya bırakışı hayvanı neredeyse büyük bir depresyona sokar. Kılını, kuyruğunu kıpırdatmak istemez. Ta ki ayazda kurt saldırına maruz kalana kadar. Canından geçmiş görünen kısrak can korkusuyla öyle bir hareket eder ki okur olarak şaşırırsınız. Yaptığı çalımlar, kurdu yaralayışı belgesel filmi tadındadır. Ardından kısrak, Kaşifinoğlu tarafından geçici olarak sahiplenilir ve öz bakımı o kadar yoğun yapılır ki bir anda eski günlerindeki enerjisine kavuşur. Onu bu şekilde gören sahibi İbrahim tekrar atına kavuşabilmek için oğlu Mustafa ile plan yapar. Yavrusu al tay ile kısrağı yakalama peşindedirler. Al tayı kullanarak Doru Kısrak’ı kapana kıstırmak isterler. Bu macera kısrağın yakalanmasıyla mı yoksa başka bir sonla mı neticelenir bunun bilgisini vermek istemiyorum. Ancak eserin anlatımındaki lezzetten bahis açmak istiyorum.

Abbas Sayar bir Cumhuriyet Dönemi yazarı olarak toplumcu gerçekçi hizadan biraz farklı bir sanatçı. Kitabın sayfaları köy yaşamının zorluklarından çok terk etme ve terk edilme psikolojisi üzerine kurulu. Doru Kısrak’ın sahibi Üssünoğlu ona türlü emeği geçmiş atını yılkılığa terk edişini gelenekle açıklar. Böyle avutur kendini. Zaten bu böyledir, böyle olagelmiştir Doru Kısrak’ın zihnini okuduğumuz satırlarsa şöyle:

Köy, sağ aşağısında kalmıştı. Görünmüyordu artık. Ama Doru da hiç mi hiç görmek istemiyordu. Ne köyü, ne insanlarını... Hele Üssüğünoğlu mu? Şeytan göreydi yüzünü... On beş yıllık emeğinin armağanın eline vermişti. İşte, ser sefildi yazı yabanda.”

Bunun yanında terk edilen atın bir fabl gibi konuşturulmadan sadece iç dünyasına odaklanılarak yazılmış satırları çok etkileyici bana kalırsa. Bir atın iç dünyası, neler hissetmiş olabileceği, ayaz bir kış ortasında hayatta kalma çabası gerçekçi bir derinlikle işlenmiş. Bu pasif direniş beni aşırı sarstı diyebilirim. Karın o içe işleyen soğuğunu, Doru Kısrak’la ben de hissettim. Kurtlar karşısındaki amansız duruşunu – depresif ve hayattan kopuk durmasına rağmen- çok sevdim. En çok sevdiğim ise elbette eserin sonundaki yavru al tay ve anne at buluşmasıydı.

Eser: Yılkı Atı

Yazar: Abbas Sayar

Sayfa Sayısı: 120

Yayınevi: Ötüken Neşriyat

Yaş: +

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Çocuklar ve Büyükleri

ÇOCUKLAR ve BÜYÜKLERİ İlk yazımı blogumun ismine ilham olan Murathan Mungan'ın derlediği Çocuklar ve Büyükleri  üzerine yazmak istedim. ...