30 Kasım 2020 Pazartesi

YANLIŞ MASALCI BAY YALNIŞ

 


Doğukan İşler genç bir yazar. Hem yetişkin hem de çocuk edebiyatı alanında eser veriyor. Ben de her iki alanda yazdıklarını okumak üzere Yanlış Masalcı Bay Yanlış ile Öykü Yapım Çalışmaları isimli ikisi de birbirinden değerli eserini okudum bu hafta. Önceliğim tabi çocuk kitabından yana oldu. Yazar özgünlüğünü henüz kapak sayfasından haykırıyordu. Esra Uygun’un çizimlerinin letafeti bambaşka, İşler’in kitap ismi olarak belirlediği isim de. Özelikle masalcının başına kondurulmuş pek kokoş tavuk mor rengiyle beni cezbetti.



“Yazmak, daha önce yazılmış olanı silmek ve onun yerine yazmayı başarıp başaramayacağımı bilmediğim bir şeyi koymaya çalışmaktır.” epigrafisiyle başlıyoruz kitaba. Calvino’nun bu deyişi kitabın içeriğini muştuluyor. Çünkü Doğukan İşler yeniden yazdığı masallarla ezber bozuyor. Ve alıntıladığı sözün hakkını vermeye çabalıyor. Bugüne dek her satırını ezbere bildiğimiz Alaaddin’in Sihirli Lambası, Alaaddin’in Sinirli Ablası oluveriyor. Tavuk Prenses ve Kedi Cüceler başlığı karşısında gülümsüyor, Naneli Köyün Kemancısı’nın dönüşümüne şaşırıyorsunuz. Yine de bu deneysel çalışma başta beni biraz şüphelendirmişti. Masallara üretilen alternatif başlıklar iyi ve hoştu ama içi aynı efsanevi bir güçle donanacak mıydı? Sanırım burada Sara Şahinkanat’ın söylediklerini anımsamakta yarar var. Usta kalem yazdıklarının ancak birkaç yüzyıl sonra da anlatıldığı takdirde masal olabileceğini vurgular. Doğukan İşler’in bu etkileyici girişimi bir okur olarak zihnimi çok açtı. Açıkçası başka masallara varyant yazma hevesini fazlasıyla duydum. 


Ancak bu denli güçlü içeriğe sahip masalları “yanlış” yorumlayan bir masalcı sanırım biraz daha yaratıcı olabilirdi. Öğretici sesin çok öne çıktığı taraflar azalabilirdi. Bir de Naneli Köyün Kemancısı hakkını veren bir anlatıyken Ali Bebe ve Kırk Samimiler ile Kül Kedisi’nin Gül Dedesi’ne dönüştüğü masallar biraz zorlama gibiydi.



Kitabın en sonunda okuru direkt muhatap alan yazı ise çok anlamlıydı. Çocuk ve genç okuyucularına tıpkı kendinin yaptığı gibi diledikleri masalı, öykü veya çizgi filmi yeniden yazmaya davet etmesi üretkenliği tetikleyen bir çağrı. Ben şimdiden dönüştüreceğim masalı seçtim bile. Kurşun Asker! Bakalım benim masalımın adı ve içeriği nasıl olacak?


Eser:Yanlış Masalcı Bay Yalnış

Yazar: Doğukan İşler

Resimleyen: Esra Uygun

Sayfa Sayısı:78

Yayınevi: Timaş Çocuk

Yaş:+

 


27 Kasım 2020 Cuma

ÖLÜMSÜZ KAVAK

 


Lise yıllarımın en unutulmaz nişanelerinden biridir coğrafya öğretmenim Ayhan Oğuz. Yazdığım blog için bana takdirini sunarken bir de kitap önerisinde bulunmuştu: Ölümsüz Kavak. Bu nostaljik eser, öğretmenime ilkokulda kazandığı bir bilgi yarışmasının ödülü olarak verilmiş. Önce epey eski bir basım olduğu için piyasada bulamam zannettim ama yeni baskıları mevcuttu. En kısa zamanda temin edip heyecanla kitabın kapağını araladım. “Benim gülümsemem yapraklarımla türkü söylemekti.” diyen kavak ağacının kesilip kâğıda dönüşme serüvenini bir çırpıda okudum. Bunda Bekir Yıldız’ın kullandığı yalın ve sürükleyici dili fazlasıyla etken elbette.

Uzun zamandır bitkiler dünyasını araştırma hâlindeyim. Ölümsüz Kavak da bana bu yolda iyi bir eşlikçi oldu. Bir ağacın dünyaya ve insanlara karşı neler hissedebileceğini okumak çok anlamlıydı. Toprak Ana’nın toy kavak ağacına “kesilmen kutsal bir iş içindir.” deyip teselli verdiği satırlarda ben de bir duraksadım. Aklımıza bu zamanda bir ağacın kesilmesi denince yapılacak inşatlar için kasıtlı çıkarılan orman yangınları ve binlerce dönüm ormanlık arazinin katledilmesi geliyor.  Oysa kitaplıklarımıza konuk olan birçok kitabın ve defterin de hammaddesi hepsi aynı zamanda. Hikâyedeki kavak da dönüşeceği kâğıdın hayali kurarak katlanır bu süreçte geçtiği zorlu yollara. Eserin sonunu anlatmak istemiyorum, her ne kadar sonlardan çok süreçler benim için önem arz etse de bunu yapmayacağım. Yalnızca severek ve bir ağacın naif duygularına eşlik ederek ilerlediğim satırlarda çağrışım kapım birden açıldı ve aklıma Ben Bir Gürgen Dalıyım geldi. Hasan Ali Toptaş’ın bu kıymetli eseri Ölümsüz Kavak’tan esinlenmiş olabilir miydi? Yaptığım küçük bir internet araştırmasında Hasan Ali Toptaş’ın tam bir Bekir Yıldız hayranı olduğunu öğrendim. Aralarında yaşanan bir anıdan bahseden Toptaş, bir fırsatını bulup Yıldız’a yazdığı bir öyküyü okur. Usta kalem ise; “Çok fazla etkilenmişsin. Beni okumayı hemen bırak!” der. Bu uyarıdan sonra Toptaş kendi “sesini” aramaya koyulur. O ses yine çok latif bir eser olan Ben Bir Gürgen Dalıyım’da yankılanır.

Toprak Ana’nın Ölümsüz Kavak için söylediği sözlerle yazımı bitireyim, kesilen ormanlar dolusu ağacın bu kadere sahip olmasını dileyerek: “Küçük küçük yavruların göz kaydırdıkları kâğıt olacaksın kavağım. Burada çürüyüp gitmek yerine insan yavrularına hizmet etmen kutsal bir iş değil midir? Haydi, yolun açık, kâğıdın bol olsun ormanımın selvi boylusu!”

 

Eser: Ölümsüz Kavak

Yazar: Bekir Yıldız

Resimleyen: Sevda Nur Demirci- Suat Karadağ

Sayfa Sayısı:56

Yayınevi: Özyürek Yayınevi

Yaş: +


25 Kasım 2020 Çarşamba

ROALD DAHL 104 YAŞINDA!


 

Roald Dahl benim için efsanevi bir yazar. Tam da ölüm yıldönümünde onunla ilgili yazıyor olmaktan mustaribim. Ama kitaplarının içini her açışımda o koca gülümsemesiyle hâlâ hayatta ve klavyesinin başında birbirinden renkli kurgular ürettiğini düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Dahl ile maceram sanılanın aksine Mathilda ile değil Dev Şeftali ile başladı. James’in acuze teyzeleri olan Diken ve Sünger’den bahçelerinde yetişen dev bir şeftali sayesinde uzaklaşmasını keyifle ve merakla okumuştum. Bu matrak yolculukla kimsesiz arkadaşları James için seferber olan Yaşlı-Yeşil Çekirge, Kırkayak, Bayan Örümcek, Gelin Böceği ve dahası, renkli kişilikleri ile koca bir meyve üzerinde seyahat ederler. Epey hengâmeli bir yolculuk sonrası hayvanlar aleminin özeliklerine dair çok şey öğrenip baş kahramanın kör talihinin döndüğü “ müthişoş” finalle bu güzel çocuk romanın kapağını kapamıştım. Biliyordum ki Roald Dahl ile serüvenim tek bir kitapla kalamayacaktı. Yarattığı çok farklı imge ve olay örgüsüyle okurunun iştahını fazlasıyla kabartan bir yazar o. İşte tam da bu sebeple yazmış olduğu her satırla çocuk ve yetişkin her kesimden takipçileri için yaşamaya devam ediyor.

Sıra Mathilda’yı okumaya geldiğinde çok heyecanlıydım. İsmi hemen her çocuk edebiyatı sahasında zikredilen bu küçük kızın nasıl bu denli meşhur olabildiğini keşfetmek üzere Quentin Blake’in çizgileriyla donatılmış romanın satırlarına sızıverdim. Küçük yaşına rağmen içindeki cevherin büyüklüğüne çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Daha dört yaşını bitirmeden kütüphanedeki birçok başyapıtı özümseyerek okuması onun bir deha olduğunu ispata yetiyordu. Mathilda’nın onu küçümseyen ailesinin yanı sıra okul ortamında karşılaştığı eziyetler artık yeter dedirtse de bu dâhi kızın her önüne çıkan engelle baş etme yeteneği beni gururlandırıyordu. Her ne kadar romanın sonunda ailesinin onu bir çırpıda geride bırakarak evlerinden kaçması bana akla yatkın gelmese de genç öğretmeni ile aynı çatı altında daha huzurlu olacağını bilerek yatışmıştım. Bayan Honey’i kimse alt edemezken Mathilda’nın zekâsı ve telekinezi yeteneği ile onu devirebilmesi romanın en kritik olaylarındandı. Telekinezi’ye hep bir merak duymuş bir okur olarak ben de Mathilda gibi konsantre olsam bazı objeleri yerinden oynatabilir miyim diye düşünürüm yani.


Gelelim Bay ve Bayan Kıl’a. İsmi ve içeriği bu denli özdeş kitapların sayısı azdır. Dünyaya kötülük yapmak için gelmiş, birbirine karşı düşman iki çılgın insanın okurda tiksindirici hisler uyandıran betimlemeleriyle başlıyoruz romana.  Bay Kıl’ın Bayan Kıl’dan intikam almak için hazırladığı baston bir büyük akıl(!) işidir. Her gün bastonun altındaki katmanı birkaç santimetre uzatan Bay Kıl eşine, onun gün geçtikçe kısaldığını söyler. Zamanla bu açmazın içindeki eşi kurtuluşu için Bay Kıl’a el açar. Onun bulduğu çözüm ise karısının bileklerine bağlayacağı sayısız balondur. Bu sayede uzayacağını söyleyip onu havaya uçurunca Bayan Kıl eşinin kendinden çok fena intikam aldığını sarsıcı bir biçimde anlar. Roman karı kocanın birbiriyle didişmesiyle sürerken, bahçelerindeki kafeste buluna maymunlar devreye girer. Aralarından ismi Şaklabani olanı bulunduğu kafesten kurtulmak ister. Sonrasında Bay ve Bayan Kıl’ın bir çarşı ziyaretleri esnasında çiftin hayvanları yapıştırdıkları tutkalla evlerini ters düz ederek özgürlüklerine kavuşurlar. Bahsettiğim olay örgüsü ve yaşananlar okurda yüksek bir iticilik uyandırıyor. Ancak romanın finalinde kötülüğün cezasız kalamayacağı bir sonla yazar kurgusunu adil bir zemine kavuşturuyor.


Son okuduğum Roald Dahl kitabı ise George’un Harika İlacı. George bencil, acımasız ve saygısız biri olan babaannesi ile yaşarken bu duruma bir çare arar ve olaylar bu düzlemle gelişir. Bir gün çevresinde bulduğu hemen her sıvıyı ve otu bir karışımda buluşturan roman başkarakteri, böylece ninesini hizalamanın yolunu bulmuş olur.  George’un hazırladığı ilaç(!) tan içiveren büyükanne bir anda sınırsız bir biçimde uzamaya başlar. Ta ki vinçle kurtarılana kadar. Bu etkiye tanık olan baba oğlundan aynı formülle üreteceği ilacın peşine düşse de durumlar pek istenildiği gibi ilerlemez. Bu minvalde yaşanılanları okumak çok sürükleyiciydi. George’un büyülü dünyanın kenarına dokunması ve bu sayede öğrendikleri kıymetliydi.


İşte böyle. Daha birçok Roald Dahl öyküsü okunmak için beni bekler.

1 Kasım 2020 Pazar

PEYGAMBER EFENDİMİZİ ANARKEN

 


Şüphesiz Dinî Çocuk Edebiyatı denince ilk akla gelen isimlerden Özkan Öze. Ben ve oğlum çok severek, manevi alanda böylesi yetkin ürünler vermiş olmasına gıpta ederek okuyoruz her kitabını. Öze’nin Tarık Uslu takma ismiyle yazdığını çok geç fark etmiş bir okuruyum. Şu Acayip serisinin çoğu kitabını eğlenerek okumuşumdur. Hele Şu Acayip Bitkiler kitabında patatesin tarihçesi ancak bu kadar mizah dolu aktarılabilir demiştim. Çaylak ve Filozof serisine başladığımda ise aslında Tarık Uslu’nun Özkan Öze olduğunu öğrendim. Takma isimle yazdığını ifşa etmesi garibime gitmişti. Bana göre her yazar geçmişi ve şimdisi ile barışık olmalı çünkü. İlk eserlerinin toyluğu onu mutlu etmeli. Ancak Özkan Öze daha farklı ve belki de daha yetkin düşünmüş ki bu yolu seçmiş. İlerleyen zamanlarda Çaylak Ve Filozof’un son kitabı üzerine de yazmak istiyorum. Ama bugün Peygamber Efendimiz’i incelemek niyetindeyim.

Geçtiğimiz hafta kutlu Nebi’nin doğum günüydü. Bu vesileyle kitaplığıma yönelince uzun zamandır okumak istediğim Peygamber Efendimiz’e takıldı gözüm. Biliyordum Özkan Öze yine başarılı bir yazına daha imza atmıştır. Cümle cümle büyük bir rikkatle okumaya çalıştım bu nadide eseri. Yazından önce resimlerin harikuladeliğinden dem vurmalıyım. Ceyhun Şen çok sevdiğim bir çizer. Özelikle çocuk imgeleri çok canlı gelir bana. Sahici tonuyla yanımda beliriverecekmiş gibi hissederim her çizdiğini. Bu kitapta da öyle oldu. Başta Ebrehe’nin ordusunun görkemli çizimi, fillerin heybeti beni büyüledi. 



Hurma ağacına tırmanan Medineli çocuğun yanında ben de olmak istedim. Sayfalar ilerledikçe görsel bir şölen yazını desteklemekten öte eliyle taşıyor gibiydi. Bir asr-ı saadet albümü gibiydi adeta kitap. Bu nedenle çizeri yürekten tebrik ediyorum.



Özkan Öze, bana kalırsa bu çocuk siyerinin en güzel örneklerinden birini yazmış. Ayşe Sevim’in Güneşe Yolculuk adlı eseri isebu alanda bende derin bir iz bırakmıştı. Şimdi de Peygamber Efendimiz ile birlikte hem tazelendim hem de daha küçük bir okur kitlesinin Peygamberlerini tanıma yolunda ne kadar şanslı olduklarını düşündüm. Öze, Peygamberimizi anlatırken “ Ve yorgun develerin gözyaşlarını silerdi.” ifadesini kullanmış. Çok şiirsel ve duygu yüklü bir detay bana göre. Bazı yerlerde ayetlerin diline yaklaşan ifadelere rastlamak da gönlümü okşadı açıkçası. Vefat eden Peygamber çocukları için “Cennete uçup oradaki kuşlarla arkadaş oldular.” cümlesinde duraksadım. Kuş bugüne kadar özgürlükle kodladığım bir semboldü. Ölüm ile birlikte anılmasını garipsedim başta. Ama çizimlerde kuşların uzak diyarlara uçuşu ile ölüm birlikte kanat çırpınca bu fikre ısındım.

Velhasıl orijinal betimlemeleri, file Mahmut ismi verişi, kuş ve ölüm birlikteliği, her satırında güzeller güzeli Nebi’nin yanındaymışız hissi verişi ile bu eser gerçek bir çocuk siyeri! Ben hâlâ kitabın sonlarında doğru Peygamber Efendimiz’i karşılayan çocukların neşesindeyim. Ha bir de devenin üstünde ama göremediğim Allah Resulü’nün özleminde. Onun inanlara miras bıraktığı yolu sahiplenenlerden olabilmek duasıyla!



Eser: Peygamber Efendimiz

Yazar: Özkan Öze

Resimleyen: Ceyhun Şen

Sayfa Sayısı: 141

Yayınevi: Uğurböceği Yayıncılık

Yaş: 4+


PRENSİ OLMAYAN MASAL KİTABI




 

Çocuk Edebiyatına çok yakından bir ilgi içinde olduğum zaman tanışmıştım Fatih Erdoğan’ın Çocuklar İçin Yazmak adlı eseri ile. Çok sevmiş, bir gecede tüm satırlarını öğrenme ve bir an evvel güzel yazabilme hevesiyle bitirmiştim. Hâlâ sayfalarını aralayıp Erdoğan’ın okurları için sunduğu ipuçlarını yüzümde bir gülümsemeyle okurum. Gayet ciddi bir meseleyi mizahi bir yolla harmanlayıp sunması benim gibi bu alanın acemisi için çok şevk vericiydi. Ardından Mavibulut yayınlarını yakın takibe aldım. Vulgar Viking serisini çok severek okudum. Erdoğan’ın çevirisi hem eseri akıcı kılmış hem de eğlendirici. Bugün üzerine yazmak istediğim ise kendi kitabı olan Prensi Olmayan Masal Kitabı.

Kitap 5 ayrı hikâyeden oluşuyor. Her birinin iç âlemi kendine özel bu metinlerin. Hüsamettin Bey’e Çilek Dokundu mızmız bir adamın yeni komşusuna duyduğu antipatiyi anlatıyor. Başlıktaki anlam, söz oyunu ile bambaşka bir olaya işaret ediyor. Severek okudum.


Şu Babaannem! ise çok şişman bir babaanne ve torununu merkeze alan bir öykü. Bana biraz soyut bir anlatım olarak yansıdığı için metni iki kere okudum. Yine de anlatılmak isteneni tam kavradığım söylenemez. Daha sakin bir anımda tekrar okumak üzere Pimpirik Amca’nın Öfkesi’ne geçtim. Bir dönüşüm anlatısı olan bu hikâye, kısaca öfkeyle kalkan zararla oturur atasözünün can bulmuş hâli. Sondaki karakter değişimi hoşuma gitti. Sonuncu metin Kuyruk İstiyorum ise okuru çok farklı düşünmeye sevk eden bir öykü. Bir kuyruğu olsa neler olur diye kafasında tartan bir karakterin iç sesini okumak bazen absürt bazen de komikti.

Gelelim kitaba ismini veren Prensi Olmayan Masal Kitabı’na. Açıkçası benim favorim bu hikâye oldu. Nedeni ise bir masal kitabı üzerinden kurulan bir kurmaca olmasıydı. Hikâye; okumayı çok seven bir çocuğun, annesinin kupon kuyruğuna göndermesiyle elindeki masalı kapıp kuyruğa koşması ile başlıyor. Ardından gerçek yaşam ile çocuğun okudukları arasında bir paralellik kurularak ilerliyor olay örgüsü. İçindeki diyaloglar ve kuponla aldığı porselenleri kırınca ağlayan kız çocuğu hikâyenin en can alıcı tarafları. Sonu gayet yaratıcı biten, okumanın sadece pasif bir okuma değil aktif olması gerektiği mesajını veren bir metin bu. Hâliyle bu şaşırtıcı teknik beni cezbetti.


Son olarak Mustafa Delioğlu’nun çizimlerine değinmek isterim. Karakterlerin resimlerine baktıkça eski bez bebek tasvirlerini hatırladım. Kocaman renkli gözler, büyük dudaklar, rengârenk kıyafetler hikâyelerle çok uyumluydu. Büyük puntolu yazılara eşlik eden bu resimler bir çocuk okurun dikkatini çok iyi okşar diye düşündüm. Yetişkin bir okur olarak anlatıyla resim arasındaki dengeyi kollayarak okudum ve bundan hayli keyif aldım.

İyi ki okumuşum dediğim kitaplardan oldu Prensi Olmayan Masal Kitabı. Şimdi sırada diğer Fatih Erdoğan eserleri var!

Eser:Prensi Olmayan Masal Kitabı

Yazar: Fatih Erdoğan

Resimleyen: Mustafa Delioğlu

Sayfa Sayısı: 110

Yayınevi: Mavibulut Yayıncılık

Yaş: 7+


Çocuklar ve Büyükleri

ÇOCUKLAR ve BÜYÜKLERİ İlk yazımı blogumun ismine ilham olan Murathan Mungan'ın derlediği Çocuklar ve Büyükleri  üzerine yazmak istedim. ...