Şebnem Güler Karacan’ın kalemiyle tanışmam oğlumun ismini taşıyan kitaplar serisiyle oldu. Yusuf Okula Gidiyor’u okurken kreş maceramız başlamıştı. Yusuf Doktor’a Gidiyor kitabıyla hastaneye gidişlerimiz korkulu olmaktan çıkmıştı. İçilen ilaçların şifasına daha çok inanmıştık. Serinin ikinci kitabı Yusuf Yatağını Islatıyor ise diğerlerinden daha çok tercih edilmişti oğlum tarafından. Çünkü özdeşim kurabildiği bir karakter vardı karşısında. Yatağını saklama çabaları ayağına dolanan Yusuf, çocuğumu gülümsetmiş, annesinin hoşgörülü tavrını görünce o da rahatlamıştı. Çünkü hepimiz birer çocuktuk ve altımızı ıslattığımız gecelerimiz olmuştu. Yine de ebeveynler olarak bu hususta sabrın tükendiği anlar olunca kitaptaki görsel imdadıma yetişirdi. Çocuğunu sarıp sarmalayan, onu utandırmayan, kendi çocukluğuna bu sayede uzanıp yaralarını saran şefkatli bir anne çizimi.
Şebnem Hanım'ın çok iyi niyetli bir yazar olduğunu
öğrendiğim anım ise bambaşkadır. Yıllardır hayalini kurduğum bir kurgumu ilk
onunla paylaşmıştım. Onca yoğunluğuna rağmen beni kırmamış, tüm samimiyetiyle
hikâyelerimi okumuştu. Sunduğu fikir ise ufkumu açmıştı. Şimdi yayına
hazırlanan bir kitabım var ve gizli mimarlarından biri de kendisidir. Bu yazı
aslında ona bir teşekkür yazısıdır aynı zamanda.
Okul öncesi kitaplarıyla yetişen oğlum, şimdilerde Karacan’ın Aliş’in Kent Günlükleri ile büyümeye devam ediyor. Berk Öztürk’ün estetik çizimleriyle zenginleşen bu serinin kitapları, ana-oğul bizi çok eğlendiriyor doğrusu.
Köy yaşamından şehre ayak uydurma sancıları çeken Aliş’in gayreti ve çalışkanlığı oğluma hakiki bir örnek. Biz ise Aliş’in tersine İstanbul’un kaotik ortamından yaşadığımız küçük şehrin huzuruna erişmiş bir aileyiz. Her ne kadar tersten bir okuma yapıyor olsak da Aliş’in yeni kurduğu arkadaşlıklar, tertemiz ailesi ve kardeşleriyle olan uyumu çok anlamlı bizim için. Köy yaşamı ile yeni düzeni arasında sürekli bir kıyas kuran karakterin şaşkınlıkları çoğu kez çok komik geliyor bize. Diğer yandan tüm imkânlarına rağmen şehrin yoran ve tembelleştiren tarafını da okumuş oluyoruz. Köyünün ovalarında koşturan sıradan bir çocuğun şehir ortamında atletizm rekoru kıracak düzeyde olması metnin eleştirel yönü. Elbette daha başka eleştiriler var serinin her bir cildinde. En çok dikkatimi çeken ise yabancı bir dilin yani İngilizcenin Aliş’te oluşturduğu kaygı oldu.
“Benim İngilizce bilgim… Yes, no… Yes ve no… No ve yes.”
diyen Aliş yalnızca adını söyleyebilir bu dilde. Ama azimlidir, arkadaşının
ödünç verdiği bir cd- çalar ile tüm konuları çalışmaya başlar. Yine de zorlu bir süreçte şevki kırılır, ama
sonra kendine inancını tazeler. En büyük korkusu olan İngilizceyi kökünden
sökmek için bu sihirli cümleyi kendine fısıldar: “Bir şeyden korktuğun zaman
onun üzerine gitmelisin.” Serinin sonunda ise hayalleri arasında, “Köylü ve
az buçuk şehirli bir Aliş olarak, İngilizceyi bile yenebileceğimi biliyorum!” diyen
bir kahraman vardır artık.
Şebnem Güler Karacan işte öyle özel ve anılarımızı değerli
yeri olan bir yazar. Üretken ve her yazdığı büyük bir zevkle okunan bir kalem
olarak başarılarının hep devam etmesini istiyoruz. Sırada okunmayı bekleyen Gıdıklayan
Proje’miz var. Sabırsızlıkla
ve heyecanla!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder