6 Mart 2021 Cumartesi

YOK MUSUN EY ADL-İ İLAHİ?


Usta öykücülerimizden Sabahattin Ali'nin üçü de birbirinden anlamlı hikayelerinden oluşan Üç Öykü çok kıymetli bir eser. Ancak ben bu üçünden Ayran adlı hikâye üzerine odaklanmak istiyorum.  Çünkü eğer Sabahattin Ali’nin bu hikâyesi bir şiirle yorumlanacak olsaydı Akif’indizeleri çar çabuk yetişirdi imdada:

Mahşerde mi biçarelerin, yoksa felahı?

Cani geziyor dipdiri… Can vermede masum.

İsyanım öyle bir raddeye gelmişti ki hakkı ödenmeyen çocuğun suskunluğu karşısında… Sanırım Bam Telini Sızlatan Öyküler Seçkisi hazırlasam Ayran’ı en başa alırdım. Katı gerçekliğin şiirsel bir tonla okuruna sunulduğu bu anlatımla okura varoluşunu sorgulatıyor. Bu sorgulamada ilk aklıma gelen insanın ancak gerçek bir açlıkla terbiye olacağı düşüncesiydi. Hasan adeta bir dervişti çünkü. Yaşının da boyunun da yetmediği bir manevi makamda oturuyordu aslında. Kabaca evlatlarımıza ve çevremize “nimetin kadrini bilin!” nutukları attığımız, hatta bu nutukları yediğimiz bir devrin insanlarıyız. Marksist bir dünya görüşünü sırtlamış yazarın elinden çıkma bu öykü de adeta okuruna özüne dön çağrısı yapıyor bana göre.

Bu öykünün hemen ertesinde bir avm turu yapmış olmam, etkisini bine katladı diyebilirim. Tüketim çılgınlığı müritlerinin her katını ayrı tavaf ettiği alışveriş merkezi, taze ayrıldığım sefalet tablosunun öteki yüzüydü. Afallamam, ortama uyum sağlamam dakikalarımı aldı. Sersem gibiydim. Oğlumun her isteği gözümde devleşiyordu.“ Açlığa alışmış olan midesinin hafif ezilmelerine kulak asmadan” geçimini sağlamaya çalışan Hasan hâlâ kafamın içinde bir yerlerdeydi. Her değerlendirmemde değindiğim gibi bu hikayede de edebiyatın eşsiz tecrübeler koleksiyonundan yararlanmış olmanın hazzı var içimde. Belki bir peronda ayran satan çocukla karşılaşma ihtimalim milyonda bir. Ancak üç beş sayfalık bir metin sayesinde hem bu çocukla yolum kesişiyor, hem de içindeki hâl yüreğimdeki ezilmeyi öyle bir çaresizliğe taşıyor ki tarifi mümkün değil.

“Ulan sen hakkını helal etseydin be!” diye satırları yarıp perona fırlamayı, adamı pencereden aşağı çekmeyi çok istedim.  Yaptığı yanına kâr kalmasın, durakların birinde başına bir dert gelsin diye bekledim. Ama elbette yazar okuruna bu konforu sunmayacaktı. Benimki yersiz beklenti, onunki kaskatı bir gerçeklikti. Hasan’ın hakkını savunmayı, o biçareye sıcak bir kucak olabilmeyi, başını okşayıp “Korkma ben varım” repliğini sarf etmeyi diledim. Ama böyle de olmazdı. Çünkü sefil dünyanın kanunu buydu. Yine de gönlüme sekinet veren ayrancı gibi nice suskun savaşçının cennetin apayrı bir bölmesinde bizden çok daha fazla nimet içinde olacaklarını düşlemem. Belki de adl-i ilahi budur.

Eser: Üç Öykü

Yazar: Sabahattin Ali

Resimleyen: Sedat Girgin

Sayfa Sayısı: 52

Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları

Yaş: +


17 Ocak 2021 Pazar

HİKÂYELERLE 33 HADİS IŞILTISI

 


Günlerdir kavuşmayı beklediğimiz kitap sonunda kapımızı çaldı. Tam da elimizdeki masal kitabı yeni sonlanmışken nöbeti devraldı Hikâyelerle 33 Hadis Işıltısı. Açıkçası Büşra Nur İslamoğlu’nun çizimleriyle renklenen kapak çok özenli. Yaldızlarla parıldayan başlık, elindeki gül ile evinden Mescid-i Nebevi’ye uzanan bir çocuk ve güllerle bezeli bir orta resim gönül okşuyor. Kitabın yazarı Zekiye Çoban ile ilk tanıştığım kitap değil bu. Çocuk Kütüphanesinden edindiğim Bak Şu Çay Süzgecine ile yaşantıma dahil oldu önce. Sonrasında diğer eserlerini de keyifle takip ettim, çıkardığı güzel işleri izledim. Diyanet Çocuk’ta kaleme aldığı çizgi-hikâyeleri severek okuyoruz oğlumla. Şimdiyse sıra 33 hadisin baş tacı edildiği hikâyelerde.

İlk okuduğum öykü son sıralarda yer alan Geri Dönen Huzur oldu. Her satırıyla kendimi özleştirdiğim bu metin aracılığıyla komşuluğun hatırını çok özlediğimi fark ettim. Kişisel olarak gerek kat komşularım gerekse tüm binayı gözetebilme derdinde olmuşumdur. Ne yazık ki insanlar ne kapılarını ne de yüreklerini başka komşulara açmaya razı. Hep bir tekinsizlik hâkim. Bu benim için hayal kırıklığı doğrusu. İnsanın insana yurt olduğu bir geleneğin parçalarıysak eğer mazeretlerimizden arınıp birbirimize destek olmalıyız. Çoğumuz gurbette, bir kısmımız yapayalnız. Sağlam komşuluklarla çoğalarak ruhumuzu ayakta tutabiliriz. İşte tam da bu meseleyi deşen, hem gerçek komşuluğu hem de hediyeleşmeyi salık veren bir hikâye Geri Dönen huzur. “Hediyeleşin, çünkü hediye sevgiyi artırır, kalpteki kötü hisleri giderir.” hadis-i şerifiyle son bularak okuruna huzur sunuyor. Büşra Nur İslamoğlu’nun çizim karakteristiği olan upuzun kollar ise metnin duygusuna çok iyi hizmet ediyor. İki komşunun eteklerindeki desenlere tek kelimeyle bayıldım.



Her ne hikmetse oğlum da En Tatlı Yemek hikâyesinde takıldı. Bunda çizimin büyük payı var bence. Görselde yine upuzun bacaklarıyla koltuğunda yayılmış kahvesini yudumlayan bir erkek çocuğu var. Annesinden sürekli hizmet bekleyen anlayışsız bir oğlan Serkan. Karşısındakinin yorgunluğu görmesi mümkün değil. Ama bu karakteri dönüştüren,ilerlemiş yaşına rağmen çalışmaktan büyük keyif duyan Tahir Amca oluyor. Didaktizme çok açık bu metin, tam da bu noktada katı öğreticilikten sıyrılarak okuruna doğru yolu işaret ediyor: “Hiçbir kişi elinin emeği ile kazandığından daha hayırlı bir yemek yememiştir.” hadisiyle hem insanın özüne hem de katı ataerkil düzene dair yoğun bir mesaj içeriyor. Anlayabilene!



Zekiye Çoban hadisleri seçerken güncel sorunları çok doğru yerden yakalayıp kurgulamış. Bir okur olarak karşımdaki metinlerin estetik oluşu karşısında çok mutlu oldum. Bunun formülünü verdiği “Zenginlik mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.” hadisinin hikâyesi ayrıca okunmaya değer. Çizimlerin büyük bir uyumla eşlik ettiği her hikâye hem çocuk okurların hem de yetişkinlerin anlam dünyasına kocaman, içinden tatlı meltemlerin estiği pencereler açtırıyor.

Sosyal medya ve paylaşım kanallarının sebebiyet verdiği bu çağın çocuklarının elinden sıkıca tutacak bu kitapta, unutulmuş değerlerden; ayıp örtme, kanaatkârlık, temiz niyet, tasarruf, merhamet, öfke kontrolü, hoşgörü, söze sadık kalma, emek, dua, temizlik, ikramda ölçü, kin gütmeme gibi birçok değer yerinde bir üslup ve anlatımla tekrar hatırlatılıyor.

Bir okur olarak daha birçok hadisi Zekiye Çoban’ın dilinden dinlemeyi çok isterim. Hem ikinci, üçüncü ve birçok 33 hadisler böylece yüreğimizin tokmağını çalıp içeri girer. Bizleri de mamur eder.


Eser: Hikâyelerle 33 Hadis Işıltısı

Yazar: Zekiye Çoban

Resimleyen: Büşra Nur İslamoğlu

Sayfa Sayısı:67

Yayınevi: Damla Yayınevi

Yaş:+


1 Ocak 2021 Cuma

ŞEBNEM GÜLER KARACAN KİTAPLARI İÇİN

 


Şebnem Güler Karacan’ın kalemiyle tanışmam oğlumun ismini taşıyan kitaplar serisiyle oldu. Yusuf Okula Gidiyor’u okurken kreş maceramız başlamıştı. Yusuf Doktor’a Gidiyor kitabıyla hastaneye gidişlerimiz korkulu olmaktan çıkmıştı. İçilen ilaçların şifasına daha çok inanmıştık. Serinin ikinci kitabı Yusuf Yatağını Islatıyor ise diğerlerinden daha çok tercih edilmişti oğlum tarafından. Çünkü özdeşim kurabildiği bir karakter vardı karşısında. Yatağını saklama çabaları ayağına dolanan Yusuf, çocuğumu gülümsetmiş, annesinin hoşgörülü tavrını görünce o da rahatlamıştı. Çünkü hepimiz birer çocuktuk ve altımızı ıslattığımız gecelerimiz olmuştu. Yine de ebeveynler olarak bu hususta sabrın tükendiği anlar olunca kitaptaki görsel imdadıma yetişirdi. Çocuğunu sarıp sarmalayan, onu utandırmayan,  kendi çocukluğuna bu sayede uzanıp yaralarını saran şefkatli bir anne çizimi.



Şebnem Hanım'ın çok iyi niyetli bir yazar olduğunu öğrendiğim anım ise bambaşkadır. Yıllardır hayalini kurduğum bir kurgumu ilk onunla paylaşmıştım. Onca yoğunluğuna rağmen beni kırmamış, tüm samimiyetiyle hikâyelerimi okumuştu. Sunduğu fikir ise ufkumu açmıştı. Şimdi yayına hazırlanan bir kitabım var ve gizli mimarlarından biri de kendisidir. Bu yazı aslında ona bir teşekkür yazısıdır aynı zamanda.

Okul öncesi kitaplarıyla yetişen oğlum, şimdilerde Karacan’ın Aliş’in Kent Günlükleri ile büyümeye devam ediyor. Berk Öztürk’ün estetik çizimleriyle zenginleşen bu serinin kitapları, ana-oğul bizi çok eğlendiriyor doğrusu.


 Köy yaşamından şehre ayak uydurma sancıları çeken Aliş’in gayreti ve çalışkanlığı oğluma hakiki bir örnek. Biz ise Aliş’in tersine İstanbul’un kaotik ortamından yaşadığımız küçük şehrin huzuruna erişmiş bir aileyiz. Her ne kadar tersten bir okuma yapıyor olsak da Aliş’in yeni kurduğu arkadaşlıklar, tertemiz ailesi ve kardeşleriyle olan uyumu çok anlamlı bizim için.  Köy yaşamı ile yeni düzeni arasında sürekli bir kıyas kuran karakterin şaşkınlıkları çoğu kez çok komik geliyor bize. Diğer yandan tüm imkânlarına rağmen şehrin yoran ve tembelleştiren tarafını da okumuş oluyoruz. Köyünün ovalarında koşturan sıradan bir çocuğun şehir ortamında atletizm rekoru kıracak düzeyde olması metnin eleştirel yönü. Elbette daha başka eleştiriler var serinin her bir cildinde. En çok dikkatimi çeken ise yabancı bir dilin yani İngilizcenin Aliş’te oluşturduğu kaygı oldu.

“Benim İngilizce bilgim… Yes, no… Yes ve no… No ve yes.” diyen Aliş yalnızca adını söyleyebilir bu dilde. Ama azimlidir, arkadaşının ödünç verdiği bir cd- çalar ile tüm konuları çalışmaya başlar.  Yine de zorlu bir süreçte şevki kırılır, ama sonra kendine inancını tazeler. En büyük korkusu olan İngilizceyi kökünden sökmek için bu sihirli cümleyi kendine fısıldar: “Bir şeyden korktuğun zaman onun üzerine gitmelisin.” Serinin sonunda ise hayalleri arasında, “Köylü ve az buçuk şehirli bir Aliş olarak, İngilizceyi bile yenebileceğimi biliyorum!” diyen bir kahraman vardır artık.



Şebnem Güler Karacan işte öyle özel ve anılarımızı değerli yeri olan bir yazar. Üretken ve her yazdığı büyük bir zevkle okunan bir kalem olarak başarılarının hep devam etmesini istiyoruz. Sırada okunmayı bekleyen Gıdıklayan Proje’miz var.  Sabırsızlıkla ve heyecanla!

 

10 Aralık 2020 Perşembe

İYİ BİR FOTOĞRAFÇI DİKİŞ MAKİNESİYLE DE FOTOĞRAF ÇEKER

 



Söze Muharrem Buhara’nın esprili ve eğlenceli kalemiyle başlamak istiyorum. Ara Güler biyografisinidaha yarılamadan internetten tüm kitaplarını sipariş verdim yazarın. Bazı yetenekli yazarları yakalamakyıldız kayarken dilek tutmak gibi bir şey. Çok hoşnut oldum Buhara’yı tanıdığıma.

Gel geleyim Ara Güler’i ne çok sevdiğime! Üniversite yıllarım onun isim babalığı yaptığı Ara Kafe’ye gitmelerimle anlam kazanırdı diyebilirim. Sıra dışı olan bu kafede müşterilerin damak tadı kadar seyir tadı da önemsenirdi. Meşhur fotoğraf sanatçısı Ara Güler’in ki o kendine fotoğrafçı der, birbirinden eşsiz fotoğraflarıyla bezeli duvarlar loş ışıkta gönlümü nasıl okşardı. Şimdi bile önüme fotoğraf kareleri yığılsa Ara Güler’inkileri şıp diye tanırım. Karakteristik ve içi buram buram insan halleri kokan o fotoğraflar, kafede bir de masa üstüne kağıt şekliyle serilirdi. Hiç unutmuyorum kafe sahipleri bu özel tasarım kâğıtları ayrıca istediğimizde her bir kareden birer tane seçip verirlerdi. Ucu mavi kibritlerin olduğu kutuları hâlâ saklarım. Bu uzun girizgâhtan sonra biyografinin inceliklerinden bahsedebilirim artık.

Sedat Girgin’in çizimlerinden önceleri korksam da zamanla alıştım diyebilirim. Kaliteli ve üslubu olan bir çizer olarak Ara Güler kitabını o resimlemişti. Birçoğunu görünce ağzınızı kocaman açıp gülmeniz an meselesi. Sonrasında usta fotoğrafçının anne ve babasının tanıtımıyla başlayan satırlar, sanatçının çocukluğunun renkli anılarıyla ilerliyor. Sinema afişlerinin koleksiyonerliğini yaptığını, daha o zamandan babasının işlerini devralma gibi bir isteğinin olmadığını okuruz ilerleyen satırlarda. “Nasıl ki bir tiyatro oyuncusu her rolünde bir karakter yaratıyorsa o da her fotoğrafında bir karakter ortaya çıkarır. Başklarıyla Ara Güler arasındaki fark da budur ve bu fark da çok kıymetlidir.”(34)



“Master of Lecia” yani ünlü fotoğraf makinesi markasının ustası Ara Güler, orta yaşlarındayken Picasso ile tanışır. Hatta Picasso onun ayaküstü bir portresini çizer ve imzalar. 


Çılgın ressam Salvador Dali ile Güler birlikte fotoğraf çekinir. Ara bey, ünlü oyuncu Charlie Chaplin ile buluşmanın kıyısından döner. Kuru kafaların olduğu Sarawak Ormanlarına seyahat eder. Ve daha neler neler…


Bu biyografiyi okumak size iyi gelecek eminim. Sıra dışı bir fotoğrafçı olan Ara Güler’i yani deha bir değeri tanımak okuruna güzel anlar yaşatıyor. Hele bir de çocuklar bu biyografiyi okursa ufukları genişler, başka alternatiflerin de ne kadar heyecanlı olduğunu kavrar. Benden demesi!

Eser:Ara Güler

Yazar:Muharrem Buhara

Resimleyen:Sedat Girgin

Sayfa Sayısı:102

Yayınevi:Can Çocuk

Yaş:+

 

30 Kasım 2020 Pazartesi

YANLIŞ MASALCI BAY YALNIŞ

 


Doğukan İşler genç bir yazar. Hem yetişkin hem de çocuk edebiyatı alanında eser veriyor. Ben de her iki alanda yazdıklarını okumak üzere Yanlış Masalcı Bay Yanlış ile Öykü Yapım Çalışmaları isimli ikisi de birbirinden değerli eserini okudum bu hafta. Önceliğim tabi çocuk kitabından yana oldu. Yazar özgünlüğünü henüz kapak sayfasından haykırıyordu. Esra Uygun’un çizimlerinin letafeti bambaşka, İşler’in kitap ismi olarak belirlediği isim de. Özelikle masalcının başına kondurulmuş pek kokoş tavuk mor rengiyle beni cezbetti.



“Yazmak, daha önce yazılmış olanı silmek ve onun yerine yazmayı başarıp başaramayacağımı bilmediğim bir şeyi koymaya çalışmaktır.” epigrafisiyle başlıyoruz kitaba. Calvino’nun bu deyişi kitabın içeriğini muştuluyor. Çünkü Doğukan İşler yeniden yazdığı masallarla ezber bozuyor. Ve alıntıladığı sözün hakkını vermeye çabalıyor. Bugüne dek her satırını ezbere bildiğimiz Alaaddin’in Sihirli Lambası, Alaaddin’in Sinirli Ablası oluveriyor. Tavuk Prenses ve Kedi Cüceler başlığı karşısında gülümsüyor, Naneli Köyün Kemancısı’nın dönüşümüne şaşırıyorsunuz. Yine de bu deneysel çalışma başta beni biraz şüphelendirmişti. Masallara üretilen alternatif başlıklar iyi ve hoştu ama içi aynı efsanevi bir güçle donanacak mıydı? Sanırım burada Sara Şahinkanat’ın söylediklerini anımsamakta yarar var. Usta kalem yazdıklarının ancak birkaç yüzyıl sonra da anlatıldığı takdirde masal olabileceğini vurgular. Doğukan İşler’in bu etkileyici girişimi bir okur olarak zihnimi çok açtı. Açıkçası başka masallara varyant yazma hevesini fazlasıyla duydum. 


Ancak bu denli güçlü içeriğe sahip masalları “yanlış” yorumlayan bir masalcı sanırım biraz daha yaratıcı olabilirdi. Öğretici sesin çok öne çıktığı taraflar azalabilirdi. Bir de Naneli Köyün Kemancısı hakkını veren bir anlatıyken Ali Bebe ve Kırk Samimiler ile Kül Kedisi’nin Gül Dedesi’ne dönüştüğü masallar biraz zorlama gibiydi.



Kitabın en sonunda okuru direkt muhatap alan yazı ise çok anlamlıydı. Çocuk ve genç okuyucularına tıpkı kendinin yaptığı gibi diledikleri masalı, öykü veya çizgi filmi yeniden yazmaya davet etmesi üretkenliği tetikleyen bir çağrı. Ben şimdiden dönüştüreceğim masalı seçtim bile. Kurşun Asker! Bakalım benim masalımın adı ve içeriği nasıl olacak?


Eser:Yanlış Masalcı Bay Yalnış

Yazar: Doğukan İşler

Resimleyen: Esra Uygun

Sayfa Sayısı:78

Yayınevi: Timaş Çocuk

Yaş:+

 


27 Kasım 2020 Cuma

ÖLÜMSÜZ KAVAK

 


Lise yıllarımın en unutulmaz nişanelerinden biridir coğrafya öğretmenim Ayhan Oğuz. Yazdığım blog için bana takdirini sunarken bir de kitap önerisinde bulunmuştu: Ölümsüz Kavak. Bu nostaljik eser, öğretmenime ilkokulda kazandığı bir bilgi yarışmasının ödülü olarak verilmiş. Önce epey eski bir basım olduğu için piyasada bulamam zannettim ama yeni baskıları mevcuttu. En kısa zamanda temin edip heyecanla kitabın kapağını araladım. “Benim gülümsemem yapraklarımla türkü söylemekti.” diyen kavak ağacının kesilip kâğıda dönüşme serüvenini bir çırpıda okudum. Bunda Bekir Yıldız’ın kullandığı yalın ve sürükleyici dili fazlasıyla etken elbette.

Uzun zamandır bitkiler dünyasını araştırma hâlindeyim. Ölümsüz Kavak da bana bu yolda iyi bir eşlikçi oldu. Bir ağacın dünyaya ve insanlara karşı neler hissedebileceğini okumak çok anlamlıydı. Toprak Ana’nın toy kavak ağacına “kesilmen kutsal bir iş içindir.” deyip teselli verdiği satırlarda ben de bir duraksadım. Aklımıza bu zamanda bir ağacın kesilmesi denince yapılacak inşatlar için kasıtlı çıkarılan orman yangınları ve binlerce dönüm ormanlık arazinin katledilmesi geliyor.  Oysa kitaplıklarımıza konuk olan birçok kitabın ve defterin de hammaddesi hepsi aynı zamanda. Hikâyedeki kavak da dönüşeceği kâğıdın hayali kurarak katlanır bu süreçte geçtiği zorlu yollara. Eserin sonunu anlatmak istemiyorum, her ne kadar sonlardan çok süreçler benim için önem arz etse de bunu yapmayacağım. Yalnızca severek ve bir ağacın naif duygularına eşlik ederek ilerlediğim satırlarda çağrışım kapım birden açıldı ve aklıma Ben Bir Gürgen Dalıyım geldi. Hasan Ali Toptaş’ın bu kıymetli eseri Ölümsüz Kavak’tan esinlenmiş olabilir miydi? Yaptığım küçük bir internet araştırmasında Hasan Ali Toptaş’ın tam bir Bekir Yıldız hayranı olduğunu öğrendim. Aralarında yaşanan bir anıdan bahseden Toptaş, bir fırsatını bulup Yıldız’a yazdığı bir öyküyü okur. Usta kalem ise; “Çok fazla etkilenmişsin. Beni okumayı hemen bırak!” der. Bu uyarıdan sonra Toptaş kendi “sesini” aramaya koyulur. O ses yine çok latif bir eser olan Ben Bir Gürgen Dalıyım’da yankılanır.

Toprak Ana’nın Ölümsüz Kavak için söylediği sözlerle yazımı bitireyim, kesilen ormanlar dolusu ağacın bu kadere sahip olmasını dileyerek: “Küçük küçük yavruların göz kaydırdıkları kâğıt olacaksın kavağım. Burada çürüyüp gitmek yerine insan yavrularına hizmet etmen kutsal bir iş değil midir? Haydi, yolun açık, kâğıdın bol olsun ormanımın selvi boylusu!”

 

Eser: Ölümsüz Kavak

Yazar: Bekir Yıldız

Resimleyen: Sevda Nur Demirci- Suat Karadağ

Sayfa Sayısı:56

Yayınevi: Özyürek Yayınevi

Yaş: +


25 Kasım 2020 Çarşamba

ROALD DAHL 104 YAŞINDA!


 

Roald Dahl benim için efsanevi bir yazar. Tam da ölüm yıldönümünde onunla ilgili yazıyor olmaktan mustaribim. Ama kitaplarının içini her açışımda o koca gülümsemesiyle hâlâ hayatta ve klavyesinin başında birbirinden renkli kurgular ürettiğini düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Dahl ile maceram sanılanın aksine Mathilda ile değil Dev Şeftali ile başladı. James’in acuze teyzeleri olan Diken ve Sünger’den bahçelerinde yetişen dev bir şeftali sayesinde uzaklaşmasını keyifle ve merakla okumuştum. Bu matrak yolculukla kimsesiz arkadaşları James için seferber olan Yaşlı-Yeşil Çekirge, Kırkayak, Bayan Örümcek, Gelin Böceği ve dahası, renkli kişilikleri ile koca bir meyve üzerinde seyahat ederler. Epey hengâmeli bir yolculuk sonrası hayvanlar aleminin özeliklerine dair çok şey öğrenip baş kahramanın kör talihinin döndüğü “ müthişoş” finalle bu güzel çocuk romanın kapağını kapamıştım. Biliyordum ki Roald Dahl ile serüvenim tek bir kitapla kalamayacaktı. Yarattığı çok farklı imge ve olay örgüsüyle okurunun iştahını fazlasıyla kabartan bir yazar o. İşte tam da bu sebeple yazmış olduğu her satırla çocuk ve yetişkin her kesimden takipçileri için yaşamaya devam ediyor.

Sıra Mathilda’yı okumaya geldiğinde çok heyecanlıydım. İsmi hemen her çocuk edebiyatı sahasında zikredilen bu küçük kızın nasıl bu denli meşhur olabildiğini keşfetmek üzere Quentin Blake’in çizgileriyla donatılmış romanın satırlarına sızıverdim. Küçük yaşına rağmen içindeki cevherin büyüklüğüne çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Daha dört yaşını bitirmeden kütüphanedeki birçok başyapıtı özümseyerek okuması onun bir deha olduğunu ispata yetiyordu. Mathilda’nın onu küçümseyen ailesinin yanı sıra okul ortamında karşılaştığı eziyetler artık yeter dedirtse de bu dâhi kızın her önüne çıkan engelle baş etme yeteneği beni gururlandırıyordu. Her ne kadar romanın sonunda ailesinin onu bir çırpıda geride bırakarak evlerinden kaçması bana akla yatkın gelmese de genç öğretmeni ile aynı çatı altında daha huzurlu olacağını bilerek yatışmıştım. Bayan Honey’i kimse alt edemezken Mathilda’nın zekâsı ve telekinezi yeteneği ile onu devirebilmesi romanın en kritik olaylarındandı. Telekinezi’ye hep bir merak duymuş bir okur olarak ben de Mathilda gibi konsantre olsam bazı objeleri yerinden oynatabilir miyim diye düşünürüm yani.


Gelelim Bay ve Bayan Kıl’a. İsmi ve içeriği bu denli özdeş kitapların sayısı azdır. Dünyaya kötülük yapmak için gelmiş, birbirine karşı düşman iki çılgın insanın okurda tiksindirici hisler uyandıran betimlemeleriyle başlıyoruz romana.  Bay Kıl’ın Bayan Kıl’dan intikam almak için hazırladığı baston bir büyük akıl(!) işidir. Her gün bastonun altındaki katmanı birkaç santimetre uzatan Bay Kıl eşine, onun gün geçtikçe kısaldığını söyler. Zamanla bu açmazın içindeki eşi kurtuluşu için Bay Kıl’a el açar. Onun bulduğu çözüm ise karısının bileklerine bağlayacağı sayısız balondur. Bu sayede uzayacağını söyleyip onu havaya uçurunca Bayan Kıl eşinin kendinden çok fena intikam aldığını sarsıcı bir biçimde anlar. Roman karı kocanın birbiriyle didişmesiyle sürerken, bahçelerindeki kafeste buluna maymunlar devreye girer. Aralarından ismi Şaklabani olanı bulunduğu kafesten kurtulmak ister. Sonrasında Bay ve Bayan Kıl’ın bir çarşı ziyaretleri esnasında çiftin hayvanları yapıştırdıkları tutkalla evlerini ters düz ederek özgürlüklerine kavuşurlar. Bahsettiğim olay örgüsü ve yaşananlar okurda yüksek bir iticilik uyandırıyor. Ancak romanın finalinde kötülüğün cezasız kalamayacağı bir sonla yazar kurgusunu adil bir zemine kavuşturuyor.


Son okuduğum Roald Dahl kitabı ise George’un Harika İlacı. George bencil, acımasız ve saygısız biri olan babaannesi ile yaşarken bu duruma bir çare arar ve olaylar bu düzlemle gelişir. Bir gün çevresinde bulduğu hemen her sıvıyı ve otu bir karışımda buluşturan roman başkarakteri, böylece ninesini hizalamanın yolunu bulmuş olur.  George’un hazırladığı ilaç(!) tan içiveren büyükanne bir anda sınırsız bir biçimde uzamaya başlar. Ta ki vinçle kurtarılana kadar. Bu etkiye tanık olan baba oğlundan aynı formülle üreteceği ilacın peşine düşse de durumlar pek istenildiği gibi ilerlemez. Bu minvalde yaşanılanları okumak çok sürükleyiciydi. George’un büyülü dünyanın kenarına dokunması ve bu sayede öğrendikleri kıymetliydi.


İşte böyle. Daha birçok Roald Dahl öyküsü okunmak için beni bekler.

Çocuklar ve Büyükleri

ÇOCUKLAR ve BÜYÜKLERİ İlk yazımı blogumun ismine ilham olan Murathan Mungan'ın derlediği Çocuklar ve Büyükleri  üzerine yazmak istedim. ...