Yılkı Atı, daha ilk satırlarından okurunu bağlayan, farklı bir
kurmaca dünyasına girdiğini düşündürten bir kitap. Yerel ağzın oyunlarıyla
buyur edildiğiniz köy atmosferi yazıklamalar ve lanetlemelerle sizi önce
çarpıyor. Sonra edilen bedduaların bile edebî bir estetikle yapıldığını
gördükçe bu negatif dil sizi gülümsetiveriyor.
Kitaba ismini veren yılkı terimi, başıboş bırakılmış
at anlamında. Doru Kısrak senelerce hizmet ettiği, şampiyonluklar kazandırdığı
sahibi tarafından artık kuvvetsizleşti diye ovaya salınır. Bu şekilde başlayan
hikâye Doru Kısrak’ın dahil olduğu atlar cemaatinin neler hissettiğine
odaklanır eserin sonuna kadar. Asi ve özgür bir son, yazarın karakterinden
aldığı bir intikam gibidir adeta. Üssünoğlu İbrahim hem Doru Kısrak hem onun
yavrusu al taydan çok ekmek yemiştir. Ama Doru Kısrak’ı yılkıya bırakışı
hayvanı neredeyse büyük bir depresyona sokar. Kılını, kuyruğunu kıpırdatmak
istemez. Ta ki ayazda kurt saldırına maruz kalana kadar. Canından geçmiş
görünen kısrak can korkusuyla öyle bir hareket eder ki okur olarak
şaşırırsınız. Yaptığı çalımlar, kurdu yaralayışı belgesel filmi tadındadır. Ardından
kısrak, Kaşifinoğlu tarafından geçici olarak sahiplenilir ve öz bakımı o kadar
yoğun yapılır ki bir anda eski günlerindeki enerjisine kavuşur. Onu bu şekilde
gören sahibi İbrahim tekrar atına kavuşabilmek için oğlu Mustafa ile plan
yapar. Yavrusu al tay ile kısrağı yakalama peşindedirler. Al tayı kullanarak
Doru Kısrak’ı kapana kıstırmak isterler. Bu macera kısrağın yakalanmasıyla mı
yoksa başka bir sonla mı neticelenir bunun bilgisini vermek istemiyorum. Ancak
eserin anlatımındaki lezzetten bahis açmak istiyorum.
Abbas Sayar bir Cumhuriyet Dönemi yazarı olarak toplumcu gerçekçi
hizadan biraz farklı bir sanatçı. Kitabın sayfaları köy yaşamının
zorluklarından çok terk etme ve terk edilme psikolojisi üzerine kurulu. Doru
Kısrak’ın sahibi Üssünoğlu ona türlü emeği geçmiş atını yılkılığa terk edişini
gelenekle açıklar. Böyle avutur kendini. Zaten bu böyledir, böyle olagelmiştir Doru
Kısrak’ın zihnini okuduğumuz satırlarsa şöyle:
“Köy, sağ aşağısında kalmıştı. Görünmüyordu artık.
Ama Doru da hiç mi hiç görmek istemiyordu. Ne köyü, ne insanlarını... Hele
Üssüğünoğlu mu? Şeytan göreydi yüzünü... On beş yıllık emeğinin armağanın eline
vermişti. İşte, ser sefildi yazı yabanda.”
Bunun yanında terk edilen atın bir fabl gibi konuşturulmadan
sadece iç dünyasına odaklanılarak yazılmış satırları çok etkileyici bana
kalırsa. Bir atın iç dünyası, neler hissetmiş olabileceği, ayaz bir kış ortasında
hayatta kalma çabası gerçekçi bir derinlikle işlenmiş. Bu pasif direniş beni
aşırı sarstı diyebilirim. Karın o içe işleyen soğuğunu, Doru Kısrak’la ben de
hissettim. Kurtlar karşısındaki amansız duruşunu – depresif ve hayattan kopuk
durmasına rağmen- çok sevdim. En çok sevdiğim ise elbette eserin sonundaki
yavru al tay ve anne at buluşmasıydı.
Eser: Yılkı Atı
Yazar: Abbas Sayar
Sayfa Sayısı: 120
Yayınevi: Ötüken Neşriyat
Yaş: +